31 Aralık 2010 Cuma

30 Aralık 2010 Perşembe

Epik Bir Hikayeden Alıntı


Bir savaşçının içine bir kez korku girdi mi, o korku savaş bitene kadar kahramanı indirdiği kılıç darbelerinden daha fazla yorarmış. Epik hikayelerde bu böyledir ama ya gerçek hayatta?


Dünkü derbide Fenerbahçe Ülker adına bunu ilk kez gördük. Sene başından beri ligde ve EL’de korkusuzca savaşan ve yaptığı savunma ile alkışlanan takım, dün belirli periyotlar haricinde haricinde savunmayı yine üst düzeyde tutarken bu dönemler dışında ilk kez aceleci ve tedirgin göründü. 3 sene öncenin “atarak” şampiyon olan takımına özendik gibi, içeriye top indirmeden ve özellikle Oğuz Savaş’ın oyunda olduğu dönemleri fütursuzca şuta dayandırarak geçirdik ki bu süreçte Galatasaray’ın iştahlı savunması karşısında bocaladık. Kennerman klasiği bir faul kaçırma ve çorap söküğü gibi gelen stres patlaması kaynaklı teknik faul sonrası oyunu toparlayamadık. Ama sorun bu değil, bu ligde kaybedilmiş ve kaybedilebilme olasılığı yüksek bir maç ve Play-Off canavarı Fenerbahçe Ülker için önemli bir konu değil (işbu yazıda derbi kaybetmekten söz edilmemiştir).

Korku ya da endişe ne demek isterseniz diyin, bu takımın kimyasında olmaması gereken ve koçun da oyun anlayışında asla yeri olmayan bir mantalite ve bunu dün ilk kez yaşamak açıkçası biraz üzücü ve tedirgin edici bir durum. Bu takım, yaptığı savunma ile gurur duyması gereken bir takım ve tedirginlik asla ve asla yakışmıyor. Bu tedirginlik bizi en çok zorlayacak hadiselerin başında geliyor kanımca ve Engin Atsür’ün geri dönüşü ile tamamlanacak takım yapısından çok belki de koçun öncelikle eğilmesi gereken konu bu gibi.

28 Aralık 2010 Salı

Geri Dönüş ve Safra Atma


Çok boşladık, boşlamak bir yana, resmen kendimizden uzaklaştırdık yazdığımız, yarattığımız şeyleri. Başlarken devamlılığın bu kadar zor olacağını bilmiyordum tabii, herşey yaşandıkça öğrenilirmiş. Neyse paslanmışmıyız bakalım biraz. Uzun zaman sonrası ilk yazı, beni biraz cesaretlendirsin yeter. Bu yazı kendim için aslında..

Hafta sonu yaşanan rezaletin, 17 yaşından ufak çocuklara Metin Oktay formalarıyla saldıran canavarların yarattığı mide bulantısı hala bünyelerde malum. Yarın oynanacak erkek basketbol derbisinin ne olacağı, gidişatı, bu canavar ruhlulardan kaç tanesinin orada bulunacağı meçhul. Lafım asla ve asla koca bir taraftara değil ama bu koca taraftar da içindeki pislikleri ayıklamalı, safraları atmalı diye düşünüyorum.

Yarınki maç için Galatasaray yönetiminin dilemediği özürü taraftarın dileyeceği ortalarda dolanıyor. Eğer gerçekleşirse güzel olur, tam tersi bir olayda ki buna destekleyici tezahürat ve erkek basketbol takımına yapılacak sözlü/fiziksel saldırı da dahil sonunda ne olacağı gerçekten buzlu cam arkasını görmek gibi birşey olsa gerek.

Uzun zaman sonra hem ilk yazdığım yazının kısa olmasını hem de yarınki maçın haftasonunun rezaletini bir nebze de olsa silmesini istiyorum. Bu nedenle yazıyı kısa tutuyor, yarınki maçta gerçek taraftarın, hafta sonu olanları en azından lanetleyeceğini düşünüyorum.

3 Eylül 2010 Cuma

Ruh Temizleme Seansı


Çok uzun zamandır yazmıyorum, yazamıyorum,yazmak istemiyorum,kendime bahaneler üretiyorum. Geçen sezon sonu yaşanılan tatsızlık, iş sıkıntıları derken artık dükkanı kapatmaya yaklaştığımı hissediyorum. İlk posttaki gibi “ne kadar gider bilemiyorum ama rastgele” olacağını bildiğimden midir yoksa artık yaşlandığımı hissedip fazla duygusallaştığımdan mıdır yazı üretimine geçmede sıkıntı yaşıyordum. Bana yazmam için gerçekten sağlam bir neden gerekliydi. Ne kazanılan bir kupa, ne izlenilen heyecanlı bir atletizm yarışması, ne de hem futbol hem de basketbolda yaşanılan Dünya Kupası yazma hevesimi ateşledi. Ta ki dün okuduğum Tanjevic yazısına kadar..

Yazıyı paylaşacağım paylaşmasına da galiba önce kendi vicdanımı rahatlatmam lazım sanırım. Tanjevic’i hem Fenerbahçe Ülker’de hem de ulusal takımda istemeyen birçok hatta binlerce insan olduğunu biliyorum hatta ben de onun oyun sisteminin eskidiğini, benchte oyuncu unutma hastalığı diye basketbol literatürüne kazandırılan biri olduğunu, Fenerbahçe Ülker’in genç oyuncu yetiştirme yeri olmadığını, EL’de başarı bekleyen bir takımın genç oyunculardan çok deneyimli ve ismi olan oyuncularla devam etmesi gerektiğini, Vidmar gibi bir uzunu fundamental olarak geliştirmek yerine Ömer Aşık’ta diretilmesi gerektiğini savundum. Ne için? Fenerbahçe’nin başarısı için. Ulusal takımın turnuva takımı olması ve her turnuvada dişe diş oynayan ekol olabilmesi için.

Ve Dünya Kupası öncesi oynanılan hazırlık karşılaşmalarında gözler önüne serilen basketbol, fizik kondisyon ve kazanma hırsı yine bir çok kişiye bu adamın takım başında olmamasını gerektiğini söyletti. Daha temkinli ve Tanjevic’i tanıyanlar ise beklemenin daha iyi olacağını söyledi.

Hastalanmıştı, kolon kanseri illetine yakalanmıştı. Sezonun ikinci yarısında Fenerbahçe Ülker’in başından ayrılmak zorunda kaldı. Ama yılmadı, tüm kemoterapilere girdi. Onu en son Lefter Küçükandonyadis tesisleri önünde yürürken ve Ayhan Şahenk çıkışında gördüm. Takımının başında olmadığı zaman isteksiz ve halsizdi sanki. Yüzü sadece şampiyonluk kupasaını kaldırırken, haklı bir gururla gülüyordu. Sonrasında ise son gördüğüm yer hazırlık maçlarında televizyondu.

Tanjevic’i tanıyanlar da, o da haklı çıktı. Grupta oynanan maçlarda inanılmaz bir performans ve savunma direnci gösterdi takım. Oynanan oyun da sistem de işliyor. Fransa’da, Yugoslavya’da ve İtalya’da herkesin önünde eğildiği bu koç artık Türklerin de önünde saygıyla eğileceği biri oldu. Kazanılan bu 5 maçla mı? Tabiki hayır, kazanılan bu 5 maçta sağlığını tehlikeye atarak belki de ölüme meydan okuyarak. Sporun sadece kazanmak olmadığını, kendi ülkesinden uzakta başka bir ülkenin başarısı için kendi hayatını tehlikeye atmak kaç kişinin harcı olabilirdi ki?

Dediğim gibi, bu bir ruh temizleme seansıdır, vicdan muhasebesinde maçı 5. Periyoda taşıma yazısıdır. Bundan sonra birşeyler değişecekse ölüme bile meydan okumak gerektiğinin anlaşıldığı anlarda atılan sessiz çığlıktır..

Bu turnuva O’nun Türkiye menfaatleri için sağlığını riske attığı son turnuva, bu maçlar onun bizim için yapabileceklerini sonuna kadar verebileceği son maçlar. Turnuva kazanılır,kaybedilir, şu performans durumu ile imkansız bile başarılabilinir ama ne olursa olsun bu turnuvanın yıldızı Tanjevic’tir.

Yazı aşağıda, okumak isteyenler için. Okumak, sonrasında da bu büyük insanı güzel uğurlamak için belki de son görev. Yolun açık olsun, o açık yolda sağlıkla yürü güzel insan..

*****

Çok güzel insandı.

Güleryüzlü. Babacan. ölene kadar cüzdanında küçücük bi kâğıt parçasını taşıdı, muska gibi... Gazeteden kesmişti. Sadece dokuz satırdan oluşan, tek sütun bi haberin kupürü... Başlığı "müjde"ydi. Yakalandığı kanser türünün çok yakında tarih olacağını, mucize ilacın en geç altı ay içinde piyasaya çıkacağını "müjde"liyordu o küçücük kupür.

*

Cüzdanında taşıdı umudunu... O ilacın piyasaya çıkmasını bekledi, her görüştüğümüzde çıkarıp gösterdi, bekledi... Altı ay geçti. yok. Bi altı ay daha geçti. Verdi son nefesini.

*

O zaman da gazeteciydim.

Gazeteci olduğumu sanıyordum demek daha doğru sanırım... Çünkü, yer dolsun diye sokuşturulan tek sütun kıytırık haberin bile ne yalancı umutlar yarattığını, hangi yürekleri hangi duygusal fırtınalara sürüklediğini, anca o gün fark etmiştim.

*

Okulunda okumuştum güya bu işin...
Ustalarla çalışmıştım.
Ama "hayat"ın en büyük öğretmen olduğunu, yaşarken öğrenilebileceğini, edebi bi laf sanıyordum o güne kadar.

*

Peşini bırakmadım. Kan davası deyin istersiniz. Yıllar geçti, yıllar... O ilaç hâlâ çıkmadı piyasaya... Sorumsuz gazetenin yer doldurmak için salladığı asparagastan ibaretti belli ki.

*

Sonu cek'le cak'la biten, olacak edecek türünden vaatlerden nefret ederim bu yüzden... Binlerce haber yaptım, yüz binlerce sayfa, bi o kadar saat televizyon yayını, önüme gelen cek'lerin cak'ların hepsinin üstünü çizmeye gayret ettim. "Hayat"ı manşet yapmaya çalıştım.

*

Umut, hayatta çünkü.

*

Bogdan tanjeviç mesala...
Ulusumuzu gururlandıran basketbol milli takımımızın başantrenörü.
Kolon kanseri.

*

63 yaşında, geçen sene teşhis kondu, kemoterapi görüyor, sekiz seans görmesi gerekiyordu, 10 gün önce son seansı vardı, erteledi, "bu ülke bana güvendi, borcum var, bu ülke benim sorumluluğum, altı senedir çabalıyoruz, şimdi vazgeçmek, bırakıp gitmek olmazdı" diyor.

*

Doktoru almış onu karşısına, basketbol diliyle anlatmış, "dört faulle oynuyorsun, üstelik, sahadaki iki hakem de satın alınmış, seni oyundan atmak için fırsat kolluyor, beş faulle hayattan ihraç olman an meselesi, karar senin" demiş...
Bizi tercih etmiş. kendini ertelemiş.

*

İlaçlar yüzünden bazen yürüyecek enerjisi bile olmuyor ama, "sadece basketbol değil bu" diyor, "türkiye için bayrak meselesi... Şahsi konuları düşünecek vakit değil, gidemezdim."

*

Eski Yugoslavya'da, İtalya'da, Fransa'da, Türkiye'de şampiyon oldu, Yugoslavya, İtalya, Türkiye milli takımlarını çalıştırdı, İtalya'yı avrupa şampiyonu yaptı. 40 senelik antrenörlük hayatında, tek bir idmanı bile kaçırmadı.
"Basketbol benim terapim...
Gene yeneceğim" diyor.

*

Kansere kanser demiyor, "taktik mücadele" olarak görüyor. Son kemoterapi ertelemesi hariç, tedavisine, gıdasına harfiyen uyuyor. Maç bitmeden pes etmeyi olasılık olarak görmüyor. Ve, "size bir sır vereyim" diyor...
"Türkiye, türk insanı mutlu oldukça, kendimi iyi hissediyorum."

*

Umut hayatın kendisi.

*

13'üncü dev adam o, yaşayan efsane...
O bizim umudumuz, biz onun ilacı.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Kişisel Tribün Bildirisi



Giray'ın da belirttiği gibi istenilen para pul değil‚ boş edebiyat değil‚ yönetimin maddi desteği veya haybeden itibar hiç değil.. Anlaşılamamanın sıkıntısı var biraz..

Aşağıda yazanları okuyun ve bilin ki bugün bu dert sadece Fenerbahçe tribünlerinin derdi değil, tüm Türkiye tribünlerinin derdidir!




Yeri geldiğinde sevdiklerimizden bile fazla zaman harcadığımız Fenerbahçe uğruna çok ağır fedakarlıklar yaparak bizleri‚ hepimizi aşırı gurur sahibi yapan Grup Ck‚ Vamos Bien ve 1907 Ünifeb gruplarının istediği para pul değil‚ boş edebiyat değil‚ yönetimin maddi desteği veya haybeden itibar hiç değil.. Anlaşılamamanın sıkıntısı var biraz..

Sadece Fenerbahçe değil‚ ülkenin tüm taraftar gruplarının başına bela olan ve olmaya devam edecek 5149 sayılı futbol ve tribün gerçeklerinden uzak olan Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Yasasına itiraz etmek‚ kabul etmemektir dertleri bu grupların..

Emniyetin keyfi tavırlarıdır..


İşte bu noktada‚ yapılacak icraat bu yasaya karşı çıkmaktır‚ cezaları‚ verilen kararları kabul etmemektir.. Asıl bu konuda Fenerbahçe Spor Kulübü yönetim üyelerinden destek alınabilir.. Örneğin Şekip Mosturoğlu gibi yıllarca Türkiye Futbol Federasyonu´nda Hukuk Kurulu Üyeliği yapmış bir isim var Yönetim Kurulumuzda.. Grupların avukatları ile görüşüp destek verebilir‚ yönlendirebilir.. İşte bu konuda sesimizi duyurmalıyız..

Dediğim gibi‚ para pul değil istedikleri bu grupların..
Ki zaten bugüne kadar imece usulüyle taş gibi ayakta kalan ve sağlam tribün icraatları yapan bu grupların tek derdi cezayı ödeyip mevzuyu kapatmak olamaz.. "evladıma miras bu sevda" dediysek eğer‚ tribün tarihinde kirli bir sayfa kapatmalıyız..


Kısaca‚ bu yasaya karşıyız..
Bu cezalara karşıyız..

Mevzubahis cezalara yapılacak itirazlarda ve tekrarının olmaması açısından ´üslubunca´ yönetime faks ve e-mail yollanması bir çok şeyi değiştirecektir yönetim düşüncesi bakımından..

Önce Grup Ck‚ sonra Vamos Bien ve son olarak 1907 Ünifeb´in tribün faaliyetlerini bıraktıklarını açıklamalarının ortak sebepleri düşünülmeli‚ bunun üzerine grup üyeleri‚ diğer gruplar ve münferit taraftarlar kulübe faks ve e-mail yollamalı..

Pankart bırakmak ağır iştir..

Hukuk mücadelesinde yalnız kalmamalı bu gruplar..
Yönetim‚ sıra sende!


Yönetimi uyandıracak olanlar ise bu sayfayı okuyanlar..
Merkez Yönetim Binası;
e-mail: 
editor@fenerbahce.orgfax: 0216 542 1960

Vurmuşuz Fenerbahçe sevdasını sırtımıza.. Çökersek eğer, bizi doğuran ana utansın!

6 Temmuz 2010 Salı

Canların Maçı

4 yıl beklenilen, aylar öncesinden evlere plazma aldıran, reklamların havalarda uçuştuğu, ev sahibi ekibe ekonomik olarak katkı sağlayan Dünya Kupası'nın sonun doğru yarı finallerde bu akşam Uruguay-Hollanda oynayacak. Türkiye'de vuvuzela ve Ömer Üründül fobisinin tavan yaptığı turnucada bana göre Uruguay oynadığı futbol ve son Gana maçındaki mucizevi geri dönüş ile turnuvanın Güney Kore ve Gana ile en renkli takımı. Bugün 3 ya da 4 oyuncusundan yoksun çıkacak Uruguay maça. Son maçta topu çizgiden eliyle çıkaran Suarez'in yokluğunu doldurmak için Forlan'ın sahada iki kat gezmesi gerekecek bana göre. İkisi de çöpçü balığı gibi gezmeyi seven forvet tipi, bu sistemle başarılı olmuş olanTabarez bugün Cavani ya da Abreu ile başlayacak ve oyun planları bozulabilir. Hele ki defansta Lugano oynayamaz ise Hollanda bunu affetmeyebilir. Neyse, kendi adıma DK yazmayacağıma dair telkinde bulunmuşken uzatmanın manası yok. Her iki takım da candır, futbolları izlenesidir. Bize de ekran başına geçip bu mücadeleyi izlemek düşer. Akşam olsa da yatsak..

4 Temmuz 2010 Pazar

Fofao

40 yaşındaki Brezilyalı pasör Helia Rogerio de Souza Pinto, bilinen adıyla "Fofao" Fenerbahçe Acıbadem'de. Voleybol yaşamının büyük bölümünü Brezilya'da sürdürmüş biri olan Fofao, kariyerinde 3. kez Brezilya dışına çıkıyor. 4 senelik Perugia ve 1 yıllık Murcia maceraları hariç ülkesinde kariyerini sürdüren bu oyuncunun tekrar yurtdışına çıkmasında hem Fnerbahçe Acıbadem markasının hem de antrenör Ze Roberto'nun katkısı oldukça büyük. 40 yaşında olması handikap gibi görünse de Naz, Zülfiye ve Merve'nin yardımıyla bu işi kotarabilecek düzeyde ve yetenekte. Sezon içi performansı nasıl olur bilinmez ama 2008 Olimyat oyunlarının en iyi pasörü olduğu gerçeği ile Fofao'nun Fenerbahçe Acıbadem'de başarılı olacağını düşünüyorum. Başarılar senin ve takımımız için Fofao..

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Açgözlü Bir Yazı

Spahia hamlesi sonrasında Fenerbahçe'de taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Semih'in Boston'a gitmesi sonrası uzun rotasyonunda gerekli rahatlığı sağlamak adına anlaşılabilecek en iyi adamlardan biriyle anlaşıldı: Darjus Lavrinovic. Hoş, kendi adıma soyadı aynı adı farklı Ksistof ile anlaşılabilseydi daha temiz
bir hamle olacaktı ama bulup ta pislememek lazım. Şimdi tek atımlık bir kurşunumuz kaldı onu da 5 numaraya kullanacağız büyük ihtimalle. Ortada ismi dolanan oyuncu(gizli, çok gizli, top secret!!) gelirse eğer hedeflenen F4 çok ta uzakta olmayacak. Güzel günler yakında!!

30 Haziran 2010 Çarşamba

"Korkunç Ivan" sinemalarda der gibi "Ivan Fenerbahçe'de" demek gerçekten hoş. Artık bundan sonrası Ömer Üründül'de. Bloklar arası boşlukları Ivan ve Leonel gibi görebilir mi? Bence daha ilerisini görür..

26 Haziran 2010 Cumartesi

Mola-2

Yarından itibaren Salı gecesine kadar "komşi"deyim, yine eğitim yine iş için. Yunanistan'ı görmenin büyük bir arzu olduğu bu bünyeye şikayet yakışmaz, mümkün olduğunca o güzel insanlarla sohbet edip şehrin sokaklarında kaybolmak istiyorum. AEK ile buluşup, İstanbul'dan yani anavatanlarından selam götüreceğim. Belki bir sirtakiye denk gelir, o nefis mezelerinden tadarım..

Lütfen, Bizi Bizimle Bırakın..

O artık Fenerbahçe teknik direktörü. Daum'un gönderilmesi sonrası takımın başına Aykut'un geçeceği yüksek ihtimalli bir seçenekti. Bugün itibariyle bu ihtimal yerini gerçeğe bıraktı. Peki, şimdi ne olacak?

Aykut, Daum ve QTM'in yaptığı "kuyumu kazıyor, ben gidince yerime kendisi geçecektir" açıklamalarına ağzını bile açmayan bir adamdı. Bu adam belki de son zamanlarda takımın başına gelmiş en doğru adamlardandı. Kişiliği, görevine yükleyemediği anlamsızlığı, duruşu ile olması gereken yerde değilse de amacı Fenerbahçe'ye  hizmet etmekti. Di'li geçmiş zaman kullansam bile bunların hepsi bakidir Aykut için.

Ama Aziz Yıldırım yönetiminin Trabzon maçından itibaren takındığı tutum ve başı kesik horoz misali sağa sola debelenen kararlarının hep arka planında kaldı. Ben ve benim gibi birçok insan O'nun gelmemesini, bu kirli ve karışık durumda zarar görmemesini istemişti. Bazıları da Daum'dan kurtulmanın yanına Aykut'u başa getirerek bir taşta iki kuş vurmayı hayal ediyordu.

Büyük çoğunluğun istediği Aykut takımın başında artık. O'nu takımın başında görmek isteyenler acaba gelecek sene şampiyon olmayınca da Aykut'un takımın başında kalmasını isteyecekler mi? Ya da Aziz Yıldırım'ın tek istikrar sağladığı konu olan "şampiyonluk yoksa yeni teknik direktör var" argümanına karşı duracaklar mı? Ya da göze hoş gelen futbol oynasak bile kaybedilen Avrupa Kupaları'ndan sonra istifa diye çağırılacak mı?

Biz geçmişi, kültürü, yaptıkları ve yapacakları ile gönülden bağlı olduğumuz kulübümüz için Lefter'leri, Can'ları, Zeki Rıza'ları, Mehmetçik'leri, Rıdvan'ları efsane diye gösterirken bu efsaneleri harcamaya en yatkın kulübüz de ne yazık ki. Herkes gibi ben de iyi düşünmeyi, şu anın tadını çıkarmayı isterdim fakat acılarla, hüzünlerle, hayal kırıklıklarıyla dolu bir sezonun ardından yapılan ilk hamle ilerisi için düşündürücüdür benim açımdan. Bekleyip görmekten çok, harekete geçip Aykut'u o koltuktan kaldırmayı o kadar çok isterdim ki..

Bu takımın başına dünyaca ünlü teknil direktörler de geldi, hiç antrenörlük deneyimi olmayanlar da. Değerlerimiz dediğimiz adamların bize hiçbir zaman yar olmadığını, hep üvey evlat muamelesi gördüğü gerçeğini ne kadar değiştiririz bilmiyorum ama tek bildiğim şey Pazartesi'den itibaren Samandıra'nın yeri bende hep uçan bir kuş gibi kırılgan kalacak. Ha bugün ha yarın Aykut'u harcadık diye..

Son sözüm şimdiki ve gelecekteki tüm başkan ve yöneticilere. Lütfen, bizi bizimle bırakın. Bizi değerlerimizle bırakın. Onları bizden almayın, onları seyircinin önüne yem misali bırakmayın. Biz onlar sayesinde bu takıma tutunanlarız, biz onlar sayesinde geçmişi ile övünenleriz. Lütfen, kısa vadeli başarılar istiyorsanız onları maşa gibi kullanmayın. Bizi, bizimle bırakın.. Lütfen...

25 Haziran 2010 Cuma

Bu Oyunun İçinde Yokuz

Uzun yıllardır Fenerbahçe tribününde renktaş olarak yan yana duran Vamos Bien üyeleri olarak beş yıl önce "Hasretinden Yandı Gönlüm" pankartıyla grup olarak davranmaya başlamaya karar verdiğimizde, tek amacımız, Fenerbahçe sevgisine ve tribün kültürünün zenginliğine katkıda bulunmaktı.

O günden beri, beş yıl boyunca, hedefleri doğrultusunda yoğun emek harcayan grubumuz, geçtiğimiz yıl ebedi dostlarımız Grup CK ve ÜNİFEB'le omuz omuza vermek amacıyla Maraton tribününden okul tarafı kale arkası tribününe geçti.

Okul tarafı kale arkasında üç grubumuzun üyeleri arasında kurulan samimi ilişki sonucunda, "endüstriyel futbol" tarafından unutturulmaya çalışılan dostluk,paylaşım, fedakarlık ve dayanışma gibi temel değerler hayata geçirildi ve sezon boyunca bütün Fenerbahçelilerin haklı olarak gurur duyduğu önemli işlere imza atıldı. Bütün rakiplerimizi kıskandıran bir tribün zenginliği yaratıldı.

Bunca yıldır yaratılan onlarca güzelliğe rağmen, üzülerek de olsa, Vamos Bien grubu olarak bugünden itibaren tribün faaliyetlerimizi süresiz olarak askıya aldığımızı bütün renktaşlarımız, kardeşlerimiz ve dostlarımız ile paylaşmak istiyoruz.

Öncelikle,

Geçtiğimiz sezondaki Kayserispor maçı sonrasında çıkan ve aslında yasa uygulayıcılarının gereksiz ve anlamsız müdahalesi sonrasında büyüyen olaylar sonucunda içlerinde grup üyelerimizin de bulunduğu, her üç gruptan, 14 renktaşımız altı ay spor müsabakalarından men ve toplam 24 bin 38 TL para cezası aldılar. Bu cezalar grup üyelerimizin bugüne kadar aldığı ilk ceza değil. Daha öncede bu tür cezalar her üç grubun üyelerine de farklı zamanlarda uygulandı. Kayserispor maçı sonrasında verilen cezaların da tek maçlık bir yanlış anlama ve emniyetin hatalı müdahalesi sonucu gelen cezalar olarak görseydik, daha önceki haksız cezalarla hukuk yoluyla nasıl mücadele ettiysek bu cezalarla da aynı şekilde mücadele eder, gerektiğinde bütün maddi-manevi ağırlığına rağmen cezaları yüklenmekten gocunmazdık. Ancak sezon sonunda yasa uygulayıcılarının yaklaşımlarını ve kulüp yönetimimizin söz konusu yaklaşımlara karşı duyarsızlığını gördüğümüzde bunun artık bir maçlık hata değil tribünlere yönelik genel bir stratejinin parçası olduğunu açık olarak gördük.

Bugün yürürlükte olan ve çeşitli maddeleri daha da ağırlaştırılmaya çalışılan 5149 sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Yasası” futbol dünyasının gerçeklerinden uzak, tribün kültürünü ortadan kaldırmak isteyen, tek taraflı hazırlanmış bir yasadır. Öznel kriterlerle, canın istediğinin suçlandığı, suçlanan kişinin savunma bile yapamadan cezalandırılmasının zeminini oluşturan bu yasa, en basit hukuk ilkelerini bile ayaklar altına alarak taraftarlara yönelik bir tehdit unsuru olarak rahatlıkla kullanılmaktadır.

Ne gariptir ki, çıkış manifestosunda sporun her tür şiddete alet edilmesine karşı çıkan ve bu konudaki hassasiyetini defalarca ispatlamış olan grubumuzun üyeleri, aleyhlerinde hiçbir delil olmadığı halde, bütün kamera görüntülerinde ve binlerce seyircinin gözünün önünde onlarca emniyet görevlisi tarafından şiddete maruz bırakıldıkları görüldükleri halde bir spor müsabakasında “şiddet uyguladıkları” iddiasıyla ceza alabilmektedir.

Buna karşılık,

Üç grubun yaptığı her güzel işi sahiplenip, kulübün resmi organlarında övünerek paylaşan, stadımızın duvarlarına yapılan güzel işlerin resimlerini asan Fenerbahçe yönetimi ise, ne yazık ki, temel hukuk kurallarına ve ilkelerine aykırı biçimde, savunma hakkı bile tanınmayan renktaşlarımızın yanında olmak yerine, sessizliğini koruma hatta haksızlığı yapanlara "teşekkür etme" yolunu seçmiştir.

Yönetimimize çok iyi bildikleri bir gerçeği tekrar hatırlatmak isteriz: Futbolun gerçek ruhunu oluşturan sayısı arttırılmış seyirci kalabalığı ya da "bindirilmiş kıtalar" değil, coşkulu tribünlerdir. Tribünler taraftarın sadece maç seyretmek için oturduğu alanlar değildir. Taraftar için tribünler, coşkunun, şenliğin, şamatanın, mizahın, yaratıcılığın, hüznün, hayal kırıklarının beraberce yaşandığı toplumsal alanlardır. Taraftarın duygusallığa dayalı bu sevgisi bugün “endüstriyel futbol” sisteminin sözcüleri tarafından “fanatizm” adı altında “suç biliminin” kavramlarıyla değerlendirilmekte, cezalandırılması gereken bir suç gibi gösterilmektedir. Parayla ölçülemeyen bu değerler, hakim piyasa sistemi tarafından "suçlanarak" dışlanmak istenmektedir. Gündelik yaşantımızın başka alanlarında da gözlemlediğimiz bir yöntemle, futbolun tümüyle bir piyasa, paranın konuştuğu alana dönüştürülmesi projesi ile sert polisiye güvenlik önlemleri beraberce geliştirilmektedir.

Fenerbahçe tribünleri bugün endüstriyel futbolun savunucuları ve sporda şiddeti önleme yasasının uygulayıcıları tarafından bir laboratuar olarak kullanılmaktadır. “Fanatizm” damgası altında, “karşılıksız sevgi”sini yaşayanlara yönelik açık bir savaş yürütülmektedir. Bu savaş ister farkında olsun ister olmasın, tribünlerimizdeki bütün taraftar gruplarını hedef almıştır. Bu tek taraflı savaşın temel amacı tribünlerin çok sesliliğini, çok renkliliğini ortadan kaldırıp; “endüstriyel futbol”ca makbul görülen, tüketmekten başka bir özelliği olmayan, piyasa kurallarına göre hareket eden, tek tip, sevgisiz, "sadece harcadığı paranın hesabını soran", bir seyirci profilini oluşturmaktır. Taraftar grupları ise anti-demokratik, hukukun en temel ilkelerine bile aykırı olan yasayla pasifize edilip, "havuç-sopa" yöntemleriyle, yönetim ve yasa uygulayıcıların sözlerinin dışına çıkmayan "uslu çocuklara" dönüştürülmek istenmektedir.

Fenerbahçe tribünlerinde başlatılan bu deneyim başarılı olursa dalga dalga diğer tribünlere de yayılacaktır. Bugünden hangi renge sevdalı olursa olsun bütün tribün emekçilerine söyleyecek tek lafımız var: "Anlatılan senin gelecekteki hikayendir!"
Ve son olarak,

Fenerbahçe tribünleri olarak dayanışmadan yoksun ve grup çıkarlarını genel tribün çıkarlarının önüne koyan bir yaklaşımla hikayenin sonunu getirmek mümkün görünmemektedir. Her geçen gün kendi içini yiyerek parça parça bir yok oluşa doğru gidilmektedir. Geçmiş deneyimlerin ışığında yaşananlar sanki tarihin tekerrürü gibidir. Birlikte davranabilme yeteneğinin gelişmesi gereken yerde ve anda tam tersi refleksler devreye girmektedir. Bu gidişin sonu bizim gideceğimiz yol değildir.

Aldığımız karar mücadeleden kaçma anlamına gelmemektedir. Sadece taşların yerlerinin sürekli değiştiği böyle bir oyunda yer almayacağımızı ifade ediyoruz. Biz böyle bir oyunda kimsenin oynayacağı bir piyon değiliz. Karşılıksız sevenler için, eğer birlik ve dayanışma yoksa, böyle bir oyunda galip gelmenin imkanı olmadığını biliyoruz.

Bu kararı alırken geride bıraktığımız süre içinde Fenerbahçe tribünleri adına olumlu, güzel ve önemli işlere imza atmanın vicdan rahatlığını yaşıyoruz.

Evlatlarına en büyük miras olarak Fenerbahçe sevgisini bırakacak olan grup üyelerimiz, bağlayıcı karar olmaksızın bundan sonra da, bireysel olarak Fenerbahçe’mizin yanında olacaklardır.

Faaliyet gösterdiğimiz sürece her zaman yanımızda olan bütün tribün gruplarımıza ve taraftarlarımıza teşekkür ederiz.

Saygılarımızla,


VAMOS BİEN

24 Haziran 2010 Perşembe

Yazı Yedirten Yönetim

Evet aynen başlıktaki gibi: Bizim yönetim adama bir önceki postunu önce kursağında bıraktırır, ardından da yedirtir. Marko Tomas gelişi ile şenlenen bünye uzun zamandır dirsek temasında olunan Kaya'nın transferi ile dağıldı. Son birkaç yılın Türk oyuncu enflasyonun tavan yaptığı bu sezonda, gerekli olan 4 numarayı yabancı beklerken karşımıza çıkan yerli malı Kaya ile bir sezon nasıl biter, küfürler gırla mı gider yoksa bundan öncekiler gibi bağıra mı basılır bilmiyorum ama teknik olarak bu kadar doğru hamleler yapılan yılın (ki bence Kaya kişiliği para etse 1 numaralı transferdir) son büyük kazığıdır. Geçmiş olsun...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Taşlar Yerine Oturuyor


Fenerbahçe Ülker, Marko Tomas ile 2 yıllığına anlaştı. 2 yıl Real Madrid tecrübesi olan, ACB'yi ve ULEB Cup'ı kazanma başarısını gösteren 25 yaşındaki şutör guard belki de kariyerinin en olgun dönemini Fenerbahçe'de geçirecek. Bu transferde Neven Spahija ve Ukiç faktörleri çok etkin. Ukiç ile milli takımda çok iyi ikili olması ilerisi için de çok iyi adımlar. Taşları yerine bir bir oturtan takımda şimdi tek eksik kalan 4 numara görünüyor ki bir Matt Nielsen transferi ile takımı EL'de isim olarak olmasa da kadro yapısı ve koç farkı olarak gelecek sene ayağa kaldırmamak içten bile değil.

17 Haziran 2010 Perşembe

Hoşgeldin Yiğen..

Takımdaki ciddi yapılanma ilk olarak oyun kurucu mevkiinden başladı ki Spahia gibi bir hocanın savunmaya verdiği önemi göz önüne alırsak en önemli adım atılmış oldu. Sözleşmesi uzatılan Ukic ve Engin hamlesi, olabilecek en doğru kombinasyonların başında geliyor. Yerli oyuncu kayıplarının had safhaya ulaşacağı bir yılda, GSCC'na gitmeyip Fenerbahçe Ülker'i tercih eden Engin hem takım hem de kendi adına zorlu bir yola girdi. Hoşgeldin yiğen, severiz seni..

Sus Be Adam!!


Sus be adam, yeter!! Ulan şu viki vikiler yetmiyormuş gibi bir de senin bloklar arası boşluklarınla, fizik gücü zırlamalarınla, oyun okuma saçmalıklarınla uğraşıyoruz. Dünya Kupası'nı viki vikilerle beraber yaşanmaz ve çekilmez hale getirdin. Biz TRT'ye viki viki sesini kısmıyor diye kızıyoruz da galiba sesi kısılması gereken ilk adam sensin!! Viki viki ne mi? ...

16 Haziran 2010 Çarşamba

Vikvikzela

Ne oynanan futbolda hayat var,ne oynanan topta, ne Ömer Üründül'de, ne TRT'de ne de vikvikzelada. Bu turnuva çöp olmaktan öteye geçemeyecek. Yazmaya değer bişey çıkınca yazarız ama turnuva başladığından beri yüzümü güldüren tek şey yukarıdaki resimdir. bobiler yine iş başında..

12 Haziran 2010 Cumartesi

Replay

2 gün için tamamiyle teknolojiden uzak kalıp sadece ve sadece iş ile yoğunlaşan bünyem, dün gece eve geldiğimde aldığım haberlerle bozguna uğradı. Haberler şöyleydi:

-Stoch Fenerbahçe'deydi. Adı GS ile anılıyordu ama gidip alıp gelmişti bizimkiler..
-Aydın Örs geri dönmüştü. Ayrıca Ertuğrul Hoca takımda kalmış ve Spahija baş antrenör olmuştu. Aynı anda basketbol şubesinden üç güzel haber almayalı baya olmuştu..
-Oktay Mahmuti'den sonra Ermal Kurtoğlu da GS'nin yolunu tutmuştu..
-3 gün Roma'daydım ama Adriano'nun Roma'ya transfer olduğunu Türkiye'ye döndüğümde almıştım..

Tüm bunları yaklaşık 15 dakika içinde ardı arkasına öğrenince kendimden geçtim. Sadece 2 gün spordan kopmak bile bana göre değilmiş. Mola dönüşü tam motivasyon ile yine burada olabilmek umudu ile.. Haydi rastgele..

8 Haziran 2010 Salı

Mola

İş dolayısıyla Cuma'ya kadar Roma'da olacağım. Önceden de dediğim gibi Çarşamba günü Diamond League Roma ayağı koşulacak ama izleme fırsatım yok gibi duruyor. Otel odasından dibindeki atletizm fırtınası nasıl geçer bilmiyorum ama eğer izleyebilirsem çok mesud ve bahtiyar olacağım kesin. Bolt; Kolezyum'un oradaki  Özsüt'te bekliyorsun değil mi genç? Neyse, saçmalamadan; İstanbul size emanet..

7 Haziran 2010 Pazartesi

Olympiakos - Panathinaikos Savaşı



Dün oynanan ve daha bitmeden çıkan olaylardan dolayı hakemlerin Panathinaikos'un kazandığını ve dolayısıyla seride de dördü bulup şampiyon olduğunu ilan ettiği maçın en renkli(!) görüntüleri. Vay anasını..

Arkas Güçleniyor

Arkasspor, geçen yılın İtalya şampiyonu Piacenza'dan Joao Paolo Bravo'yu renklerine bağladı. 2005'ten beri Piacenza'da forma giyen Brezilyalı smaçör ile 1 yılı opsiyonlu 2 yıllık sözleşme imzalanmış. Yolda olan bir diğer transfer ise Pana forması giyen 23 yaşındaki Kolombiyalı Liberman Agamez. Agamez pasör çaprazı olarak görev yapıyor ve 2.08 boyu ile dikkat çekiyor. Şu ana kadar tek transfer yapan ve yerli oyuncu erezyonuna uğrayan Fenerbahçe bakalım bu hamlelere nasıl cevap verecek?

6 Haziran 2010 Pazar

Vamos Rafa!!

Toprak kortların "Master Yoda"sı Rafael Nadal, bugünkü finalde İsveçli Robin Soderling'i 6-4 6-2 ve 6-4 yendi ve geçen sezon kaybettiği finalin rövanşını acı aldı. Toprak kortun gelmiş geçmiş en iyi tenisçilerinden biri olan Nadal, 7 Grand Slam şampiyonluğunun 5'ini roland Garros'ta aldı. Toprak kort görünce boğaya dönen bu adam rakibinin 4 kez servisini kırdı ve şampiyon olup tekrar 1 numaraya yükseldi. Kortta izleyenlerin "Rafa Rafa" tezahüratlarını da yanına alan Nadal için yeniden doğuş kolay oldu diyebiliriz çünkü Soderling'e maç boyu hiç şans tanımadı. Real Madrid taraftarı olmasa tam süper olacaktı ama her güzelin bir kusuru vardır, ne yapalım..

"Doktor" Gerçek Doktorlara Emanet

Moto GP tarihinin en önemli ismi, "Doktor" lakaplı Valentino Rossi dün İtalya GP sıralama turlarında sağ kaval kemiğini kırdı. Yaklaşık 2 ay sonra ayağa kalkabilecek olan Rossi için sezon kapandı diyebiliriz. Ne yazık ki "Doktor" gerçek doktorlara emanet. Geçmiş olsun diyelim..

5 Haziran 2010 Cumartesi

1 Aylık Yol Haritası

Haftaya Cuma'dan itibaren 1 ay boyunca -işlerin ve yurtdışı eğitimlerin izin verdiği kadar- Dünya Kupası'na odaklanacağım herkes gibi. Hani her oyunun bir yol haritası olur ya, işte Marca bu oyunun 1 aylık görselini yayınlamış. "Oldukça güzel hazırlanmış bu haritaya sahip olmak için kupon yok beklemek yok" gibi kötü bir espri ile Taksim yollarına düşeyim..

Akşam Sefasının Ardından

Dün akşam uzun bir süreden sonra atletizm izlemenin keyfini doya doya yaşadım. Hoş, Real Madrid-Caja Laboral maçının ilk 2 çeyreğine dalınca Asafa Powell'ı izleyemedim ama önemli olan spor izlemek, izlediğinden zevk alabilmek. Gecenin tüm sonuçları burada. Asafa Powell 9.72 ile zorlanmadan kazan(mış). Gecenin en çekişmeli yarışmaları cirit atma ve yüksek atlamadaydı. Thorkildsen ve 22 yaşındaki Çek Frydrych arasında geçen yarışta, Norveçli son hakkında 86 metre atınca zaferini kutlayabildi. Thorkildsen'in geçen hafta 90.37 metre attığı yarışı izlemedim fakat bu yarışta rüzgarın onu zorladığı kesin. Pitkamaki 4. oldu ama gönüllerin şampiyonluğunu çoktan kazandı. Yüksek atlamada Hırvat Vlasic ablamız ilk hakkında 2,01'i bulunca yarışı kazanarak puanını 8'e çıkardı. Amerikalı Howard-Lowe da 2,01 atladı fakat bunu 2. atlayışında başardı ve Vlasiç Doha'daki 1,98'lik atlayışın ardından sezonun 2. DL yarışını kazandı. Bu onun bu sezon ilk "2 metrenin üstündeki" atlayışı bunu da not edelim. Erkekler 5.000 metrede Lagat çok gerilerde kaldı ama tavşan olarak koşan Katar'lı Shaheen yarışa renk kattı. Imane Merga yarışın son metrelerine inanılmaz bir sprintle girdi ve 1.500 metrede Dünya'nın en iyisi olan Kenenisa Bekele'nin kardeşi olan Tariku Bekele'yi geçerek birinci oldu.

Haftaya (10 Haziran) bu büyük çekişme Oslo'dan Roma'ya taşınıyor. 200 metrede Bolt'u, 100 metre bayanlarda Oslo'da kazanan Carmelita Jeter'i, 5.000 metrede Merga'yı ve yüksek atlamada Blanka Vlasiç'i izlemek isteyenler tekrar ekran başına geçsin. Haftaya iş için Roma'dayım, tarih te uyuyor ama yarışı canlı  izleyemeyeceğim büyük ihtimalle. Elimden tek gelecek olan, Bolt ile oturup Roma meydanında bir kahve içmektir (!).

4 Haziran 2010 Cuma

Sokak Sanatı-3

Akşam Sefası

Bu akşam saat 21:00de Oslo'da Diamond GP yarışları ile basketbol ve futbol sezonunu kapatıp atletizm sezonunu açacağım. Hoş, bir hafta sonra Dünya Kupası ile futbola geri dönüyor olsak ta atletizm izlemenin keyfine varmak lazım. Bugün piste çıkan ve yılın en iyi derecesine sahip Asafa Powell ile cirit atmanın bana göre efsanesi olan Pitkamaki izleyicileri en çok heyecanlandıracak isimler. 5.000 metre erkeklerde Lagat ve 200 metre bayanlarda Debbie-Ferguson'u da unutmayalım. "Basketbol serisinden yorulmuş bir bünye için en ideal akşamlardan biri, televizyon karşısında atletizm izlemektir" gibi anlamsız bir cümle kurmuş gibi görünsem de uzun süredir evde sportif mücadele izlememiş bana gerçekten iyi gelecektir Diamond League.

3 Haziran 2010 Perşembe

Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni..

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Hoşgeldin Kasia


Hoş geldin, yüzünün güzelliğiyle, başarılarınla, inancınla. Dünyanın en büyük SPOR kulübünde olduğunu bilmen beni ayrıca mutlu etti. Şimdi sıra salonlara senin için gelecek, seni görmek için can atacak mini apaçi gruplarında :)

Bir Takım Düşünün..


Bir takım düşünün sezon başından beri yanlış kadro ve oyuncu seçimleri ile lige ve EL'e başlamış..
Bir takım düşünün koçu ile oyuncuları arasında en ufak bir sevgi bağı yok, her duygu yapay..
Bir takım düşünün bu koç sezonun en kritik günlerinde kanser teşhisi ile takımdan ayrılmış..
Bir takım düşünün yıldız statüsündeki oyuncusu Giricek'i play-off'lar başlarken göndermiş..
Bir takım düşünün en zor maçları kafadan kopartıp rahat oynayabilmiş ama en kolay maçları 20-25 sayı fark ile kaybetmiş..
Bir takım düşünün play-off finalinde karşısına harcadığı paranın haddi hesabı olmayan bir takım çıkmış..
Bir takım düşünün bu takımın antrenörü bildiği tüm çirkef yolları denemiş maçları kazanmak için..
Bir takım düşünün bu takımın antrenörü maçların hakemlerine telefon edebilip, doping ile ilgili ona inceden giydiren bir takımın taraftarını hayasızlıkla suçlayabilmiş..
İşte bu düşündüğünüz ve kafanızda çizdiğiniz takım, bir "SPOR KULÜBÜ" ekolü olduğunu bayanlar ve erkeklerde hem basketbolda hem voleybolda şampiyon olarak gösterdi.

Bugünkü oyunu anlatan en güzel şey, fark Fenerbahçe lehine 30larda iken serbest atış kaçıran herkesin parkeleri dövmesiydi. Maç başlamadan bitmişti belki de. Bu takımın bir bireyi olarak gören herkesin gururdan kabaran göğsü hiç bir zaman inmesin..

Şimdi hem onlar adına hem bizim adımıza gurur ve sevinci bir arada yaşama vakti. Teşekkürler koca adamlar!!

2 Haziran 2010 Çarşamba

İsmine Kurban Bobadilla


İsmini ilk kez duyduğumda beynimde şimşekler çaktı: Raul Bobadilla!!

Lan dedim bizim kadroda bu isim olsa, maçı anlatan adam da Ercan Taner olsa sırf ismini duymak için tribüne değil de televizyon karşısına geçerdim. Kendisi 87 doğumlu Arjantinli. Almanya'nın Borussia Mönchengladbach takımında oynuyor. İşin ilginç tarafı yine aynı soyisimli fakat 76 doğumlu Paraguay'lı bir kaleci de vamış, Aldo Bobadilla. Bence isim-soyisim kombinasyonunda Arjantinli'yi geride bırakır olan Aldo'nun ilginç bir özelliği de 2007-2008 sezonunda bir ara Trabzonspor'un kalesini korumuş. Aslında korumamış ama kadroda bulunmuş demek daha doğru. Ben hatırlamıyorum hatırlayan beri gelsin. Bir de resimdeki Raul Bobadilla'nın göğsünü mekan eyleyen amcalar kimdir acaba?



Raul Bobadilla

Aldo Bobadilla

1 Haziran 2010 Salı

AEK-Bir Kulübe Bağlanmanın Başka Nedenleri

Dün yaşanılan insani yardım gemilerine hayvani müdahaleden sonra tüm dünya İsrail'e kin kusuyor. İşin politik / haklı / haksız taraflarına girmemekle beraber yıllarca fırınlarda pişirilen bir halka sahip olan İsrail'in aynı zulmü Filistin'e yapmasının elle tutulur bir yanının olmamasıyla beraber, AEK gibi sürgüne yollanan, buram buram İstanbul kokan bu güzel takım empati yapabildi. Ateşin üzerine ateşle gitmenin doğru olmadığını ama cevap verilmesi gereken yerde de seslerin sonuna kadar çıkarılması gerektiğini bilen bu güzel kulübün açıklaması burada. Türkçe metin ise Dağhan Irak'ın dilinden şu şekilde ;


“Bir göçmen kulübü olan AEK’in yönetim kurulu; dayanışma ve demokrasi ideallerine bağlılığını ifade eder ve on yıllardır İsrail Devleti tarafından insanlığı utandıran bir modern apartheid örneğine ve günümüzde izolasyon yoluyla soykırıma maruz bırakılan Filistin halkının yanındadır.
AEK, izole edilmiş Gazze’ye insani yardım götürmeyi amaçlayan “Özgür Gazze Hareketi” gemilerine yapılan saldırıyı en ağır şekilde kınar. En az on kişinin ölümüne ve onlarcasının yaralanmasına sebep olan bu saldırı, yeni bir uluslararası suçtur. Uluslararası toplum, insani yardımın muhtaç durumdaki Filistinliler’e ulaştırılmasından sorumludur.
Barbarlığa son verin!
Spor dünyasını, her sporcuyu ve spor severleri, barış için spor ideali çerçevesinde bu soykırıma karşı durmaya ve Filistin halkıyla aktif olarak dayanışmaya çağırıyoruz.
Biz AEK olarak bu yönde adımlar atacağız.” 


İyi ki varsın AEK, sana bağlanmamız için bir neden daha yarattın bize.

Fürst Fenerbahçe Acıbadem'de


Az önce Fenerbahçe Acıbadem ile sözleşme imzalayan son dünya yıldızı Alman Fürst oldu. Geçen sezon şampiyonluk mücadelesine giriştiğimiz Volley Bergamo'nun Alman smaçörü Fürst 25 yaşında ve en büyük rakibinin en büyük yıldızlarından birini almak herkesin harcı değil. Yarın da Skowronska ve bir yabancı ile daha sözleşme imzalanacak ve bu isim büyük ihtimalle Lo Bianco olacak. Hayırlara vesile olsun, bu transferlerle bu sene Avrupa'da kupa artık şart oldu diyebiliriz.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Sokak Sanatı-2

Çuvaldız

Serinin 5. maçı 83-79 Efes galibiyeti ile noktalandı. Salonu dolduran tüm taraftarlar için bu güzel serinin bir maç daha uzaması bardağın dolu tarafından bakmak için yeterli görünse de saha içindeki hakem seçimi, yönetimi ve tutumu Fenerbahçe açısından tam bir faciaydı. Maçın kırılma anlarında -ki bunlar öne geçtiğimiz 3. periyod ve savunma olarak dip seviyelerde gezindiğimiz 4. periyod- mola almayan Fenerbahçe teknik yönetimi, Rakoçeviç gibi uyuyan bir devi uyanırdı ve hakemin hatalı onca kararı ile maç kaybedildi.

İlk periyodda oyunu içeri yıkmakta zorlanan Fenerbahçe, Ayhan Şahenk'in mimli potalarını üçlüklerle dövmeye başladı. Efes Pilsen ise oyunu devamlı içeri yıkarak ve Ender'in screenleri ile içeri dalıp uzunlarla birebir kalarak bulduğu sayılar sayesinde farkı açmaya başladı. Bu açıdan bakıldığında 2. maçın karbon kopyası niteliğinde geçen maça Fenerbahçe 5 sayı geride girdi. Kötü bir ilk devre ve yanlış hakem hataları göz önüne alındığında bu sayı farkı Fenerbahçe için avantaj bile sayılabilirdi. 3. çeyrekte bu avantajı savunma yumuşaklığı ile geri ittik, Ermal'in ekstra 2 dakikalık oyunu ile Efes tekrar oyunu ele geçirdi ve yüksek üç sayı yüzdesi ile maçı kopardı. Burada Nacbhar'ın seriye dahil olduktan sonraki katkısına tekrar değinmek gerekiyor. Eline aldığı her topu bilinçli ve yüzdeli kullanmasının yanında oyunu Efes adına her an pozitife çevirmesi çok önemli. Nachbar ve Rakoçeviç gibi Efes tarafında "üvey evlat" muamelesi gören iki kaliteli şutörün maçı Efes'e getirmesi, Efes kenar yönetiminin seçimlerini sorgulaması gereken bir olaydır.

Ukiç bu takımın guard pozisyonunda ilk tercihi, kötü maçlar da çıkarıyor fakat Greer'ın son iki maçta oyun kurucu değil de iki numara gibi oynamaya başlaması doğru bir hamle. Greer'daki düzelme ne kadar önemliyse, Ukiç'in maç sonlarını oynayamamaya başlaması ve yanlış set çizimlerinin Fenerbahçe adına o kadar negatif bir gelişme olduğunu da belirtmeden geçmemek gerekiyor. Ukiç'in Avrupa basketboluna ters gelen, set oturmadan yaptığı acele atışların takım kimyası çok ta sağlıklı olmayan Fenerbahçe'yi olumsuz etkilediği kesin.

Hakem kalitesinin yerlerde süründüğü, Efes teknik kadrosunun tüm maç boyunca masa hakemlerinin dibinde olduğu bir maçta, çuvaldızı kendimize batırmanın da gerekliliği aşikar. Bu maçta doğru düzgün set çizemeyen, yanlış tercihler ile maçı bitiren ve molalardaki zamanlaması çok kötü olan takımımızın her ne olursa olsun Çarşamba günü yanında olacağız. Seriyi bitirip şampiyonluğa ulaşacağımız maçta destek için tüm taraftarlarımızın orada olması zorunluluğunu sanırım belirmeye gerek yoktur.

30 Mayıs 2010 Pazar

What is Love?



Yaz geldi,gevşeyen gönül yayları için..

Diana Taurasi- Diego Maradona



Birisi futbolun, diğeri basketbolun ilahı diyebiliriz. Taurasi'nin alçak gönüllü olup çocukluğunun yıldızı (Napoli yıllarından hayranıymış  Maradona'nın) ile foto çektirmesi ve Bush denilince "Sie lan" der gibi gülmesi kalbimizi bir kez daha fethetti.

Seriyi Bitirince..

Yarın Ayhan Şahenk'te serinin 5. maçı var. Fenerbahçe kazanırsa şampiyon olacak. Yarın takım için elimizden ne geliyorsa yapacağız lakin her iki takımın moral seviyesi göz önüne alınırsa Fenerbahçe bir adım önde görünüyor. 4. maç için savunmaların maçı olur demiştik, yarınki maç için de geçerli. Seriyi bitirince tekrar yazarız.. Haydi rastgele..

28 Mayıs 2010 Cuma

Son Bir Adım!


Serinin 4. maçı 85-79'luk Fenerbahçe Ülker galibiyetiyle noktalandı ve şampiyonluğa sadece bir adım kaldı. İlk maçta olduğu gibi maça yine iyi başlayan taraf Fenerbahçe idi. İlk 8 sayıyı sürekli olarak içeri indirilen ve uzunlar arası yapılan paslaşmalarla bulan takımımız bu dakikadan sonra kendi dönen tekerine çomak sokup nedensiz biçimde dış şutlara yöneldi. Dış şut seçiminde Ukiç'ten Mirsad'a kadar herkes yanlış set ve tercihlere yöneldi. Bunu değerlendiren Efes, bulduğu mucizevi sayılacak birkaç üçlüklerle farkı 17 sayıya kadar çıkardı.

İlk maçta olduğu gibi bu maçta da açılan farkın suni olacağı ve eritilebileceği aşikardı fakat 3. çeyreğin ortalarına kadar bunu takımımızda görmek neredeyse imkansızdı. Fakat bu çeyrekte başlayan ön alan baskısı karşısında 3 pozisyondan eli boş dönen Efes potasını çok akıllı şekilde döven Fenerbahçe farkı eritti, öne geçti ve maçı kontrollü oyunu ile bitirdi. Belki takımın önünde uzanması gereken 1 galibiyet daha var ama bu kadar iyi savunma ve eritilen 17 sayılık fark Efes cephesini sinir harbinde bir adım geride bıraktı.

Greer'ın ikinci yarıdaki oyunu şu ana kadar serideki en iyi oyunuydu. Topu yarı alana kadar Kinsey ile getirip Greer'ın öldürücü şutlarından belki de ilk kez bu kadar fazla yararlandık. İçeri katedip bulduğu sayılar ise onun ve bizim adımıza ekstra sayılardı. Mirsad, Efes'in 4 kısalı savunma düzenine geçtiği dönemlerde savunma direncini arttıran isimdi. Bu olumlu hamlelerin yanında yapılan belki de artık takımın kimyasına yerleşen "benchte oyuncu unutma" krizimiz yine nüksetti. İlk yarı savunma adına takımın en iyisi olan Semih ikinci yarıda yine benche mahkum oldu. Burada Preldzic'in ikinci yarıdaki mükemmele yakın oyununun da etkisi olduğunu söylememiz gerekiyor.

Efes cephesinde ise Ender'in süreki içeriyi beslemeyi düşünen oyun yapısı,maçın belli dönemlerinde mükemmele yakın savunma yapan Fenerbahçe için fazla sıkıntı yaratmadı. Charles Smith, Shumpert ve Nachbar'ın ekstra dış şut yüzdeleri dikkat çekiciydi. İlk maçta yapılması muhtemel Nachbar-Shumpert tribün değişikliği belki de serinin gidişatını etkileyebilirdi.

Bugün Fenerbahçe adına herşey iyi gitti ve yolun sonundaki ışık göründü fakat taraftar olarak artık sezonun sonuna yaklaşsak ta yanlışlarımız devam ediyor. Taraftar mutlaka gelişen olaylara tepki verecektir, vermelidir de fakat o sırada herkesin desteğine ihtiyaç duyulan anlarda protestolar olmamalıydı. Lakin 3. çeyrekte takıma verilen müthiş destek herşeyi özetliyordu. Bir taraftarın takıma maç kazandırdığının en güzel örneklerinden birini yaşamak umarım taraftarı son maç öncesi kendine getirir.

Artık Ayhan Şahenk'te bu işi bitireceğiz. Tabi ki bu savunmanın dozajının ve hırsın derecesinin düşmemesi gerekiyor. İnanmış bir takımımız var ve hafta sonunda şampiyonluğu kutlamaya çok yakınız.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Son Düzlük


Bu akşam şampiyonluğa gidilen yolda belki de son düzlükte Fenerbahçe Ülker. Maçı kazanırsak durum 3-1'e gelecek ve şampiyonluk kapısı sonuna kadar açılacak. Salı günü Abdi İpekçi'yi dolduranların bugün de üstünde büyük bir sorumluluk var. Salı günü orada olamamıştım,birazdan kupa yolunu yarılamak için yola koyulacağız. Hücum kadar savunmaların,savunmalar kadar hücumların konuşulduğu bir maç olması dileğiyle..

Özlenesi,en kısa zamanda yapılası..

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sokak Sanatı

Amiyane tabiriyle blogun adı ve içeriğine bakılınca bu yazı "kel alaka" olabilir ama araya böyle yazılar da serpiştirmenin bir zararı yok sanırım. Sokakların o yalnız ve tekdüzeliğini yok etmeye çalışan birkaç "deli ressam" ortalığa resmen sanat ve renk saçıyorlar. Genel olarak birçok ressam kaldırım taşlarını renklendirse de burada bahsedeceğim resimler 3 boyutlu. Bu 3D resimleri yapan ressamların "Master Yoda"sı İtalyan Kurt Wenner. Kurt, genelde mitolojik yapıtlar ve tanrıları çizmeyi seven, tanrıları acı çeker bir halde resmeden, bu işin başlangıcını yapan ve yol gösteren bir ressam.


Sadece mitolojik başyapıtları yok elbette Kurt Wenner'in. Londra metrosuna farklı bir bakış yapmak isterseniz:


Bu şaheserleri yaratan bir başka sokak sanatçısı da Edgar Mueller. Edgar Mueller'in ünü de Kurt Wenner'den geri kalmıyor. Onun çizimleri ise Kurt Wenner'e göre daha güncel ve orjinal tarzda:


  

Bu işin uzmanı bir başka kişi de Julian Beever. Beever'ın tarzı ve hayal dünyasından aktardıkları bana daha canlı, renkli ve boyut katılmış gibi geliyor:



Bu renkli eserleri tek bir kıta ya da ülkeye yaymayan Julian eserlerini neredeyse tüm dünya kaldırımlarına imzalamış. Buna kanıt olarak Monteviedo'da çizdiği Ballantine's ve İstanbul'da resmettiği Worldcard'ı verebiliriz:


Bu güzel kaldırım eserlerini yapmanın zor olmasının bir başka nedeninin de yapılan çizimlerin 3 boyutlu olmasından bahsetmiştik. Çizimleri görebilmek için doğru açıdan da bakmak gerekiyor. Eğer yanlış açıdan bakılırsa bir çizim aşağıdaki gibi görülebilir:


Ama doğru açıdan bakıldığında ise bu şekilde görülür:


İleride yine bu tip görsel şölenleri benden bekleyin diyerek son sözü söylüyor ve resimlerin büyüsüyle sizi başaşa bırakıyorum :)