3 Eylül 2010 Cuma

Ruh Temizleme Seansı


Çok uzun zamandır yazmıyorum, yazamıyorum,yazmak istemiyorum,kendime bahaneler üretiyorum. Geçen sezon sonu yaşanılan tatsızlık, iş sıkıntıları derken artık dükkanı kapatmaya yaklaştığımı hissediyorum. İlk posttaki gibi “ne kadar gider bilemiyorum ama rastgele” olacağını bildiğimden midir yoksa artık yaşlandığımı hissedip fazla duygusallaştığımdan mıdır yazı üretimine geçmede sıkıntı yaşıyordum. Bana yazmam için gerçekten sağlam bir neden gerekliydi. Ne kazanılan bir kupa, ne izlenilen heyecanlı bir atletizm yarışması, ne de hem futbol hem de basketbolda yaşanılan Dünya Kupası yazma hevesimi ateşledi. Ta ki dün okuduğum Tanjevic yazısına kadar..

Yazıyı paylaşacağım paylaşmasına da galiba önce kendi vicdanımı rahatlatmam lazım sanırım. Tanjevic’i hem Fenerbahçe Ülker’de hem de ulusal takımda istemeyen birçok hatta binlerce insan olduğunu biliyorum hatta ben de onun oyun sisteminin eskidiğini, benchte oyuncu unutma hastalığı diye basketbol literatürüne kazandırılan biri olduğunu, Fenerbahçe Ülker’in genç oyuncu yetiştirme yeri olmadığını, EL’de başarı bekleyen bir takımın genç oyunculardan çok deneyimli ve ismi olan oyuncularla devam etmesi gerektiğini, Vidmar gibi bir uzunu fundamental olarak geliştirmek yerine Ömer Aşık’ta diretilmesi gerektiğini savundum. Ne için? Fenerbahçe’nin başarısı için. Ulusal takımın turnuva takımı olması ve her turnuvada dişe diş oynayan ekol olabilmesi için.

Ve Dünya Kupası öncesi oynanılan hazırlık karşılaşmalarında gözler önüne serilen basketbol, fizik kondisyon ve kazanma hırsı yine bir çok kişiye bu adamın takım başında olmamasını gerektiğini söyletti. Daha temkinli ve Tanjevic’i tanıyanlar ise beklemenin daha iyi olacağını söyledi.

Hastalanmıştı, kolon kanseri illetine yakalanmıştı. Sezonun ikinci yarısında Fenerbahçe Ülker’in başından ayrılmak zorunda kaldı. Ama yılmadı, tüm kemoterapilere girdi. Onu en son Lefter Küçükandonyadis tesisleri önünde yürürken ve Ayhan Şahenk çıkışında gördüm. Takımının başında olmadığı zaman isteksiz ve halsizdi sanki. Yüzü sadece şampiyonluk kupasaını kaldırırken, haklı bir gururla gülüyordu. Sonrasında ise son gördüğüm yer hazırlık maçlarında televizyondu.

Tanjevic’i tanıyanlar da, o da haklı çıktı. Grupta oynanan maçlarda inanılmaz bir performans ve savunma direnci gösterdi takım. Oynanan oyun da sistem de işliyor. Fransa’da, Yugoslavya’da ve İtalya’da herkesin önünde eğildiği bu koç artık Türklerin de önünde saygıyla eğileceği biri oldu. Kazanılan bu 5 maçla mı? Tabiki hayır, kazanılan bu 5 maçta sağlığını tehlikeye atarak belki de ölüme meydan okuyarak. Sporun sadece kazanmak olmadığını, kendi ülkesinden uzakta başka bir ülkenin başarısı için kendi hayatını tehlikeye atmak kaç kişinin harcı olabilirdi ki?

Dediğim gibi, bu bir ruh temizleme seansıdır, vicdan muhasebesinde maçı 5. Periyoda taşıma yazısıdır. Bundan sonra birşeyler değişecekse ölüme bile meydan okumak gerektiğinin anlaşıldığı anlarda atılan sessiz çığlıktır..

Bu turnuva O’nun Türkiye menfaatleri için sağlığını riske attığı son turnuva, bu maçlar onun bizim için yapabileceklerini sonuna kadar verebileceği son maçlar. Turnuva kazanılır,kaybedilir, şu performans durumu ile imkansız bile başarılabilinir ama ne olursa olsun bu turnuvanın yıldızı Tanjevic’tir.

Yazı aşağıda, okumak isteyenler için. Okumak, sonrasında da bu büyük insanı güzel uğurlamak için belki de son görev. Yolun açık olsun, o açık yolda sağlıkla yürü güzel insan..

*****

Çok güzel insandı.

Güleryüzlü. Babacan. ölene kadar cüzdanında küçücük bi kâğıt parçasını taşıdı, muska gibi... Gazeteden kesmişti. Sadece dokuz satırdan oluşan, tek sütun bi haberin kupürü... Başlığı "müjde"ydi. Yakalandığı kanser türünün çok yakında tarih olacağını, mucize ilacın en geç altı ay içinde piyasaya çıkacağını "müjde"liyordu o küçücük kupür.

*

Cüzdanında taşıdı umudunu... O ilacın piyasaya çıkmasını bekledi, her görüştüğümüzde çıkarıp gösterdi, bekledi... Altı ay geçti. yok. Bi altı ay daha geçti. Verdi son nefesini.

*

O zaman da gazeteciydim.

Gazeteci olduğumu sanıyordum demek daha doğru sanırım... Çünkü, yer dolsun diye sokuşturulan tek sütun kıytırık haberin bile ne yalancı umutlar yarattığını, hangi yürekleri hangi duygusal fırtınalara sürüklediğini, anca o gün fark etmiştim.

*

Okulunda okumuştum güya bu işin...
Ustalarla çalışmıştım.
Ama "hayat"ın en büyük öğretmen olduğunu, yaşarken öğrenilebileceğini, edebi bi laf sanıyordum o güne kadar.

*

Peşini bırakmadım. Kan davası deyin istersiniz. Yıllar geçti, yıllar... O ilaç hâlâ çıkmadı piyasaya... Sorumsuz gazetenin yer doldurmak için salladığı asparagastan ibaretti belli ki.

*

Sonu cek'le cak'la biten, olacak edecek türünden vaatlerden nefret ederim bu yüzden... Binlerce haber yaptım, yüz binlerce sayfa, bi o kadar saat televizyon yayını, önüme gelen cek'lerin cak'ların hepsinin üstünü çizmeye gayret ettim. "Hayat"ı manşet yapmaya çalıştım.

*

Umut, hayatta çünkü.

*

Bogdan tanjeviç mesala...
Ulusumuzu gururlandıran basketbol milli takımımızın başantrenörü.
Kolon kanseri.

*

63 yaşında, geçen sene teşhis kondu, kemoterapi görüyor, sekiz seans görmesi gerekiyordu, 10 gün önce son seansı vardı, erteledi, "bu ülke bana güvendi, borcum var, bu ülke benim sorumluluğum, altı senedir çabalıyoruz, şimdi vazgeçmek, bırakıp gitmek olmazdı" diyor.

*

Doktoru almış onu karşısına, basketbol diliyle anlatmış, "dört faulle oynuyorsun, üstelik, sahadaki iki hakem de satın alınmış, seni oyundan atmak için fırsat kolluyor, beş faulle hayattan ihraç olman an meselesi, karar senin" demiş...
Bizi tercih etmiş. kendini ertelemiş.

*

İlaçlar yüzünden bazen yürüyecek enerjisi bile olmuyor ama, "sadece basketbol değil bu" diyor, "türkiye için bayrak meselesi... Şahsi konuları düşünecek vakit değil, gidemezdim."

*

Eski Yugoslavya'da, İtalya'da, Fransa'da, Türkiye'de şampiyon oldu, Yugoslavya, İtalya, Türkiye milli takımlarını çalıştırdı, İtalya'yı avrupa şampiyonu yaptı. 40 senelik antrenörlük hayatında, tek bir idmanı bile kaçırmadı.
"Basketbol benim terapim...
Gene yeneceğim" diyor.

*

Kansere kanser demiyor, "taktik mücadele" olarak görüyor. Son kemoterapi ertelemesi hariç, tedavisine, gıdasına harfiyen uyuyor. Maç bitmeden pes etmeyi olasılık olarak görmüyor. Ve, "size bir sır vereyim" diyor...
"Türkiye, türk insanı mutlu oldukça, kendimi iyi hissediyorum."

*

Umut hayatın kendisi.

*

13'üncü dev adam o, yaşayan efsane...
O bizim umudumuz, biz onun ilacı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder